Makaleler

Gençlere Sesleniyorum-102 CEHENNEM MAHKÛMLARI OLMAYIN!…

Sevgili Gençler!…

Kur’an-ı Kerim karşısında inanç bakımından üç gruba ayrılan insanlardan bir grubu da “İnkârcılar”dır.

İnkârcı, “Hakkı kabul etmeyen, Allah’ı inkâr eden, dinsiz,” iman esaslarını kabul etmeyen veya bazılarını kabul edip bazılarını, ya da birini inkâr eden kimse”dir.

Cehennem mahkûmları, inançsızdırlar. Maneviyata inanmazlar. İmani esasları inkâr ederler. Gelecek hayatı kabul etmezler. Allah ve Peygamber tanımazlar. Manevi değerlere saygı göstermezler.

Mü’minlerin olduğu yerde duramaz ve inanan insanların yanında barınamazlar.

Onlar; küfrü, karanlığı, zulmeti, kötülüğü ve çirkin olan şeyleri tercih ederler. Temizlikten, güzellikten hoşlanmazlar.  İyilikten anlamazlar.

Kendilerine iyiliği, hakkı ve hakikati tebliğ edenleri sevmezler ve onlara her fırsatta düşmanlık ederler. Küfür ve zulüm karanlıkları içinde bocalar ve manevi hastalıkların verdiği sancılar içinde kıvranıp dururlar.

İnkâcılar, nasipsiz insanlardır. Kalpleri katı, gözleri dönmüş, kulakları paslanmış kişilerdir.

Tarih boyunca bazı azgın inkârcılar, Peygamberlerin Hak davetlerini duydukları, onların Hak mucizelerini bir bir gördükleri, onların diriltici seslerini dinledikleri halde iman etmemişlerdir.

Hidayet nasip olmamıştır onlara.

İnkârcıların yüzleri karadır bu dünyada. Ahrette de yine kara olacaktır.

Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de İnkârcıların özelliklerini şöyle beyan buyuruyor:

“Muhakkak ki küfre varanları azap ile korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir. Onlar iman etmezler. Allah onların kalplerine, kulaklarına mühür vurmuştur. Gözlerinin üzerinde de bir perde vardır. Büyük azap da onlar içindir.” (Bakara Suresi, Ayet: 6-7)

“Onlar (kâfirler) o kimselerdir ki, doğru yolu bırakıp sapkınlığı (eğri yolu) satın almışlardır. Demek alışverişleri onlara kazanç sağlamamış, onlar doğru yolu da bulamamışlardır. Onların hali;  ateş yakanın hali gibidir ki, o (ateş) çevresindekileri aydınlatınca Allah ışıklarını giderip (söndürüp) kendilerini karanlıklar içinde görmez (ve şaşkın kimse) ler halinde bırakıvermiştir. (Artık hiçbir şeyi) Görmezler.  (Kâfirler) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık  (Hakka) dönmezler.” (Bakara Suresi, Ayet: 16-17-18)

“İnkâr edenlere de cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler, cehennem azabı da onlara biraz olsun hafifletilmez. İşte biz,  küfürde ileri giden her nankörü böyle cezalandırırız.” (Fatır Suresi, Ayet: 36)

“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında; acımasız, güçlü,  Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” (Tahrim Suresi, Ayet: 6)

“Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak! Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: Size, (bu azap ile ) korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi? Diye sorarlar.” “Onlar şöyle cevap verirler: Evet, doğrusu bize, (bu azap ile) korkutan bir peygamber gelmişti; fakat biz (onu) yalan saymış ve: Allah’ın bir şey gönderdiği yok; siz olsa olsa büyük bir sapıklık içindesiniz! Demiştik.” “ Ve: Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık! Diye ilave ederler.” “Böylece günahlarını itiraf ederler. Artık (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun,  o alevli cehennemin mahkumları!” (Mülk Suresi, Ayet: 8….11)

İnsan inanç, ahlak ve maneviyat yoksulu olunca hemen her kötülüğü yapar.

Kalbinde acıma hissi kalmaz. Edep, hayâ, iffet diye bir şey tanımaz. İyi ve güzel şeylere tevessül edemez.

Cehennem mahkûmları, tertemiz ve insanca bir yaşayıştan uzaktırlar. Afedersiniz leş kargaları gibi daima pislikten hoşlanırlar.

İyilik duyguları körelmiş olduğundan iyi, güzel ve temiz olan şeylerden zevk alamazlar.

Öldükten sonra tekrar dirileceklerine inanmadıklarından bu fani dünya hayatında yaptıklarının bir bir hesabını vereceklerini düşünmezler. Günlerini gün etmeye çalışırlar. Ölmeyi istemezler.

“Ölüm” kelimesi onların huzurunu alt üst eder. Ağızlarının tadını bozar. Hayatlarını felce uğratır. Ölümü hatırlamak bile istemezler.

Öldükten sonra çürüyüp gideceklerini iddia ederler. Azrail (a.s), onları kıskıvrak yakalayınca anlayacak, bilecek ve inanmak isteyecekler ama zaman bir sel gibi çoktan akıp gitmiş olacak ve son pişmanlıkları fayda vermeyecektir.

Cehennem mahkûmları, haram olduğunu inkâr ederek içki, kumar ve fuhuş gibi hemen her kötülüğü yaparlar.

Tefeciliği mübah sayarlar.

Yalan söyler, hile yapar, gıybet eder, dedi-kodu yaparlar.

Riya, gurur ve kibir onlarda meslek haline gelmiştir.

Zulüm ve işkenceden, zayıfı ezmekten, fakire ızdırap vermekten, yetimi ağlatmaktan, yoksulu inletmekten zevk alırlar.

Cehennem mahkûmları, doğru yolu bırakıp batılı tercih etmişlerdir.

Doğruyu bırakıp eğriyi, güzeli bırakıp çirkini, temizi bırakıp pisi, hidayeti bırakıp dalaleti kabul etmişlerdir.

Küfür insanı rahat bırakmaz. Manen ızdırap ve sancı verir insana. Kâfir, birazıcık olsun huzur yüzü görebilmek için kendini içkiye, kumara ve Allah’ın haram kıldığı şeylere verir ama imkânsız!

Bir türlü huzur yüzü göremez.

Kalbini,  hidayet güneşinin aydınlığı kaplayan kişi, “mü’min”; kalbini gece karanlığı gibi zulmet kaplayan kişi ise “kâfir”dir.

İnsanın bütün vücuduna kan pompalayan merkez, kalptir. Kalp durduğu an, insanın bu fani dünyadaki yaşamı şüphesiz sona erer. Onun için kalp çok önemlidir.

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah’ın Resulü (s.a.v) bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyuruyor:

“Dikkat ediniz, cesedin içinde bir et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün ceset iyi olur. O bozuk olursa bütün ceset bozuk olur.  İşte o, kalptir.” (S. Buhari, Nevevi, Hadis-i Erbain, H. No:6)

Küfrün neticesi karanlıktır, zulmettir. Kâfirler, yaratılış gayelerinden uzaklaşmış ve Yaratan’a sırt çevirmişlerdir. Az değildir yeryüzünde insanlara, hayvanlara,  ağaçlara, yıldızlara, aya, güneşe ve putlara tapan kâfirler…

Cenab-ı Hak, azgınlaşan, kuduran bazı kâfirlerin cezalarını daha dünya hayatındayken vermiştir ki, diğer insanlara ders olsun, ibret olsun.

Allah’lık davasında bulunan Firavun’un, İbrahim (a.s)i ateşe atan Nemrut’un, Ka’be’yi yıkmaya giden Ebrehe ve fil ordusunun, Kâinatın Güneşi olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Efendimize ve O’nun gökteki yıldızlar gibi olan Ashab-ı Kiramına eziyet eden gözleri dönmüş Ebu Cehillerin, Ebu Leheplerin vahim akıbetleri ortadadır.

Dünya hayatında Allah’ın sonsuz nimetlerinden istifade ettiği halde nankörlük eden, Allah’ı inkâr eden, Peygamber’e karşı gelen, Kur’an’a dil uzatan, İslam’a sırt çeviren kâfirlerin akıbeti hüsrandır, perişanlıktır, azaptır.

Yüce Rabbimiz bir Ayet-i Kerime’de şöyle buyuruyor:

 “Kim Allah’a ve Peygamberlerine iman etmezse muhakkak (bilsin) ki biz o kâfirler için çılgın birAteş hazırlamışızdır.” (Fetih Suresi, Ayet:13)

Kâfirlere benzememek için bundan 15 asır evvel Allah’ın Resulü Hz. Muhammed (s.a.v) mü’minleri şöyle  ikaz buyuruyor:“Benden sonra bir kısmınız, diğerinin boynunu vuran kâfirler olarak gerisin geriye (küfre) dönmeyin.” (S. Buhari, C.1,S.38; S. Müslim, C.1,S58)