Gençlere Sesleniyorum-94 BOZGUNCULUK YAPMAYIN!
Sevgili Gençler!…
Bozgunculuk, “Yeryüzünde fitne, fesad ve karışıklık çıkarmak, zulüm ve taşkınlık yaparak haddi aşmak” gibi anlamlara gelir.
İnsan, fıtratındaki “nankörlük” ve “zalimlik” özellikleriyle, zaman zaman isyan ederek, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmış, savaşlar çıkarmış ve kanlar dökmüştür.
İslâm dini, tarih içinde yaşanan felaketlerin, perişanlıkların ve acıklı olayların bir daha yaşanmaması için, yeryüzünde fitne, fesad ve bozgunculuk çıkarmayı yasaklamıştır.
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“…fitne; katl (adam öldürme)’den daha kötüdür…” (Bakara Suresi, Ayet: 191)
“Sizden önceki asırlarda yeryüzünde (insanları) bozgunculuktan alıkoyacak faziletli kimseler bulunsaydı ya! Fakat onlardan kurtuluşa erdirdiğimiz az bir kısmı müstesnadır (bunlar görevlerini yaptılar). Zulmedenler ise, kendilerine verilen refahın peşine düştüler. Zaten günahkâr idiler.” (Hûd Suresi, Ayet: 116)
Bozgunculuk; kâfir, münâfık ve müşriklerin özellikleridir.
Peygamberler tarihine baktığımızda, her peygamberin, kavmindeki bozguncularla sürekli uğraştığını ve fakat sonuçta Allah’ın yardımıyla peygamberin ve müminlerin zafer elde ettiklerini, bozguncuların ise sonunda hezimete uğradıklarını hatta helâk olduklarını görürüz.
Aşağıdaki ayetler, konuyla ilgili olarak açık ve net bilgiler veriyor:
“Semûd kavmine peygamber olarak gönderilen Hz. Salih (a.s.) onlara: “Allah’ın sizi ad kavminin yerine getirdiğini, ovalarında köşkler kurup, dağlarında kayadan evler yonttuğunuz yeryüzüne yerleştirdiğini hatırlayın; Allah’ın nimetlerini anın ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın” dedi.” (A’râf Suresi, Ayet: 74) O’nun bu uyarısına rağmen kavmi isyan edip sonuçta Allah’ın azabıyle helâk oldular.
Kavmindeki sapıklarla mücadele eden Hz. Lût (a.s.) da bütün uyarılarına rağmen yaptıkları iğrenç davranıştan vazgeçmeyen kavmi için şöyle dua etti: “Rabbim! Bozgunculara karşı bana yardım et” (Ankebût Suresi, Ayet: 30) O’nun bu duası üzerine Hz. Lût ile O’na inanmış yakınlarından başka bütün kavim, yağmurlar ve çamurlu taşlar yağmasıyla helâk oldular. Tahminen bu hadise bir volkanik mûcize şeklinde tecelli etmiş ve şehri altüst ederek yıkmıştı.
Önceki milletlerin başına gelenleri hatırlatarak, kavminin hidayetini isteyen Hz. Şuayb (a.s.) da onlara: “Tehdit ederek, inananları Allah yolundan alıkoyarak ve o yolu eğip bükmek isteyerek öyle her yolun başında oturmayın. Düşünün ki siz az idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın ki, bozguncuların sonu nasıl olmuştur!” (A’râf Suresi, Ayet: 86) demişti. Ama Medyen halkı da Hz. Şuayb’ı dinlememiş ve yeryüzünde fesad çıkarmalarının cezasını çekmişlerdi; onları bir sarsıntı yakalayıvermiş ve oldukları yerde diz üstü kalıp helâk olmuşlardı.
Daha sonra tarih gündeminde, Hz. Musa’nın (a.s.) Firavun’a karşı verdiği tevhîd mücadelesine şahit olmaktayız.
Ancak Hz. Musa’nın karşısında bir değil üç düşman vardı; Bunların en büyüğü azgın ve zalim bir diktatör olan Firavun idi. Cürümlerin en çirkinini işleyen, insanları kendisine köle kılan, İsrailoğullarının erkek çocuklarını öldürüp kızlarını ise serbest bırakan bu hükümdar, hatta o, taşkınlık ve kibirde, “İşte ben sizin en yüce Rabbinizim!” (Nâziât Suresi, Ayet: 24) diyecek kadar haddi aşmıştı.
İkincisi Hâmân idi: Firavun’un oyunlarını tertipleyen, zulmüne ve azgınlığına yardımcı olan veziri idi.
Diğeri ise Karun’dur.
Hz. Musa’nın kavminden olduğu halde, servetine ve ilmine aldanarak azıtan, şımaran; insanları maddî gücü sayesinde baskısı altına almak isteyen bir maddeperest…
Konuyu aydınlatan ayetlerde onların bu özellikleri açık bir şekilde görülmektedir.
“Firavun, memleketinin (Mısır) başına geçtiğinde insanları bölük bölük ayırdı. Onlardan bir kısmının (İsrâiloğulları) erkek çocuklarını boğazlayarak öldürüyor; kızlarını ise sağ bırakıyordu; çünkü o bozguncunun biriydi.” (Kasas Suresi, Ayet: 4)
“And olsun ki Biz Musa’yı mûcizelerimizle ve apaçık bir hüccetle, Firavuna, Hâmân’a ve Karun’a gönderdik de, (ona) çok yalancı bir sihirbazdır, dediler” (Mümin Suresi, Ayet: 23, 24)
“Karun, Musa’nın milletindendi; ama onlara karşı azgınlık etti. Biz ona anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik. Kavni ona, böbürlenme! Şüphesiz ki Allah böbürlenenleri sevmez”. “Allah’ın sana verdiği şeylerden ahiret yurdunu da gözet; dünyadaki payını da unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de insanlara iyilikte bulun ve yeryüzünde bozgunculuk yapma, doğrusu Allah bozguncuları sevmez, demişlerdi” (Kasas Suresi, Ayet:76- 77)
Karun, kavmindeki iyi kimseler tarafından yapılan bu tavsiyelere aldırmayarak kibir ve gururla, “Bunlar bana, ancak bendeki bilgiden ötürü verildi.” (Kasas Suresi, Ayet: 78) demişti.
Ayetin devamında, Allah Teâlâ şu ikazıyla buyuruyor ki: “Bilmez mi ki, Allah önceleri ondan daha güçlü ve malı daha fazla olan nice nesilleri yok etmiştir. Suçlulardan günahları sorulmaz” (Kasas Suresi, Ayet: 78)
Kârun ve benzeri mücrimler Allah katında, işledikleri günahtan ötürü sorguya çekilmeyecek kadar önemsizdirler.
“Nihayet onu da sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah’a karşı kendisine yardım edecek kimsesi olmadığı gibi kendisini koruyabilecek bir halde de değildir.” (Kasas Suresi, Ayet: 81)
Kârun, bütün mal varlığıyla birlikte yerin dibine geçirilirken, çeşitli mucizelere rağmen iman etmeyen, kurulu küfür ve zulüm düzeninin bozulmasını istemeyen Firavun, askerleriyle birlikte Hz. Musa ve O’na inananların peşine düşmüştü.
Ancak sonunda helâk olan yine kendisi ve yandaşları oldu.
Allah’ın yardımıyla kendilerini hürriyete kavuşturan Hz. Musa’ya (a.s.) karşı İsrailoğullarının isyanı ise, bir başka yönden ilgi çekicidir.
Ağır zulümler altında ezilen bu insanlar, rahata kavuşunca Allah’ın peygamberine başkaldırmaktan çekinmediler.
Öyle ki; Hz. Musa’nın yokluğunu fırsat bilip, kendi elleriyle yaptıkları buzağıya taptılar.
Onların ne yapacağını bilen Allah, Hz. Musa’ya gönderdiği kitabı kast ederek, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
“Biz Kitapta İsrailoğulları’na: Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız, diye bildirdik” (İsrâ Suresi, Ayet:4) Nitekim onlar kendilerine peygamber olarak gönderilen Hz. İIyas (a.s.) ve Hz. Elyesa’a (a.s.) isyan etmişler; Hz. Zekeriyya (a.s.) ve Hz. Yahyâ’yı (a.s.) şehit ederek, Hz. İsâ’yı da öldürmeğe kalkışmışlardı.
Oysaki Allah Teâlâ İsrâiloğulları’na gönderilen kitapta şunları bildirmişti: “İşte bu yüzdendir ki, İsrailoğullarına şöyle yazmıştık: Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler; ama bundan sonra da onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırı gitmektedirler.” (Mâide Suresi, Ayet: 32)
İsrâiloğullarının karakterini belirleyen bir ayette Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “İsrâiloğulları’ndan sağlam bir teminat almış ve onlara peygamberler göndermişizdir. Ne zaman kendilerine o peygamberler nefislerinin hoşlanmayacağı bir şey getirdiyse bir takımını yalanladılar, bir takımını da öldürdüler.” (Mâide Suresi, Ayet: 70)
İsrâiloğulları’nın asırlarca değişmeyen seviyesiz karakteri, Hz. Peygamber (a.s.) zamanında da gün yüzüne çıkmıştır. Konuyla ilgili ayette tespit edilen gerçek şudur: “Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır (sıkıdır)” dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lanet olasılar! Bilakis, Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir. And olsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır. Aralarına, kıyamete kadar(sürecek) düşmanlık ve kin soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa (fitneyi uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar, yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.” (Mâide Suresi, Ayet: 64)
Bu lânetten dolayı Yahudilerin, yeryüzünde fitne ateşini yakmaları hiç de eksik olmamıştır.
Asırlar boyu hem kendi aralarında savaşmışlar, hem de birleşerek Müslümanlara saldırmışlardır.
Ayrıca Müslümanları birbirine düşürmek için yüzlerce, binlerce planlar yapmış, tertip ve düzenler hazırlamışlardır.
Bütün bunlara rağmen Allah’ın nurunu söndürmeye güçleri yetmemiş, asla da yetmeyecektir. Yahudiler, mal bakımından da yaratıkların en cimrileridir.
Tarih boyunca görülen bozgunluklar, maalesef Asr-ı Saadet döneminde de yaşandı.
Abdullah b. Übey b. Selûl ve benzeri münafıklar olduğu bildirilen bazı kimseler, insanlar arasında fitne çıkarıyor ama bunu suç görmeyecek kadar da küstahlık ediyorlardı. “Onlara yeryüzünde fesad (bozgunculuk) çıkarmayın denildiği zaman “Biz ancak ıslah edicileriz” derler. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lakin anlamazlar.” (Bakara Suresi, Ayet: 11, 12)
Münafıkların ne derece fesad kaynağı olduğunu belirleyen diğer iki ayette Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
“İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o, hasımların en yamanıdır” “O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah, bozguncuları sevmez.” (Bakara Suresi, Ayet: 204, 205)
Bu ayet, münafıklardan, tatlı dilli fakat çok canî biri olan Ahnes b. Şureyk hakkında nazil olmuştur.
Buraya kadar aktarılan bilgiler, ilâhî nizamı terk eden, yeryüzünde fitne ve fesat çıkaranların henüz dünya hayatında iken bile cezalandırıldığını göstermektedir.
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerîm’de, yaşanmış olan bu olayları İslâm toplumuna haber vererek, insanları bozgunculuktan sakındırmıştır:
“Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah’ın rahmeti çok yakındır.” (A’raf Suresi, Ayet: 56)
Cenab-ı Hak, yeryüzünde bozgunculuk yapmayan, Kur’ana ve Sünnete sarılan mü’minlere Peygamberi aracılığıyla şöyle hitap buyuruyor:
“Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” (Kasas Suresi, Ayet:77)
“Ahiret yurdunu, biz, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Ve (güzel) âkıbet takva sahibi kimselerindir.” (Kasas Suresi, Ayet: 83)