DÜŞÜNCE ENERJİYE DÖNÜŞÜR MÜ?

Bir gün,  İs­tan­bul-Ba­kır­köy il­çe­si­nin meş­hur Öz­gür­lük Mey­da­nı’n­dan ge­çi­yor­dum. Mey­dan cı­vıl cı­vıl­dı. San­ki in­san se­li. Yüz­ler­ce in­san ha­re­ket ha­lin­dey­di.

Ki­mi insan, evi­ne ye­ti­şe­bil­mek için oto­büs, mi­ni­büs kuy­ru­ğu­na ko­şu­yor…

Ki­mileri,  hız­la gel­mek­te olan ban­li­yö tre­ni­ne ye­ti­şe­bil­mek için is­tas­yo­na inen mer­di­ven­le­ri iki­şer-üçer at­la­yı­ve­ri­yor.

Bir ka­dın, ço­cu­ğu­nun elin­den tut­muş, çe­kiş­ti­re­rek yü­rü­me­ye ça­lı­şı­yor…

Göz­le­ri gör­me­yen bir ih­ti­yar, elin­de­ki bas­to­nu bir sa­ğa, bir so­la sal­la­ya­rak yol al­ma­ya uğ­ra­şı­yor…

Sa­ati­ne ba­ka ba­ka hız­la iler­le­yen­ler…

Ran­de­vu­su­na geç kal­dı­ğı için in­san­la­rı ite-ka­ka bur­nun­dan so­lu­ya­rak ko­şar adım gi­den­ler…

Üs­tü­ne üst­lük bir de okul­la­rın çı­kış sa­ati.

Öz­gür­lük Mey­da­nı öğ­ren­ci­le­rin de akı­nı­na uğ­ru­yor.

İş­por­ta­cı­la­rın yük­se­len ses­le­ri, öğ­ren­ci­le­rin taş­kın­lık­la­rı, iş­çi ve me­mur­la­rın ko­şuş­tur­ma­la­rı, yol bo­yu sı­ra­lan­mış di­len­ci­le­rin yal­va­rış­la­rı, za­man­la ya­rı­şan in­san­la­rın fark­lı gö­rün­tü­le­ri, her kül­tür se­vi­ye­sin­den in­sa­nın ya­şam tarz­la­rı.

Öz­gür­lük Mey­da­nı, sa­hi­le doğ­ru ol­duk­ça fark­lı gö­rün­tü­le­re sah­ne olu­yor…

Za­man­la ya­rı­şan­lar, yal­nız­ca Öz­gür­lük Mey­da­nı’­nı dol­du­ran in­san­lar mı? Ta­bii ki ha­yır!

İs­tik­bâl için çır­pı­nan öğ­ren­ci­ler, top­lu­ma fay­da­lı in­san­lar ye­tiş­ti­ren öğ­ret­men­ler, ül­ke eko­no­mi­si­ne kat­kı­da bu­lu­na­bil­mek için çır­pı­nan işa­dam­la­rı, eko­no­mist­ler, es­naf ve sa­nat­kar­lar, in­san sağ­lı­ğıy­la il­gi­le­nen dok­tor­lar ve sağ­lık gö­rev­li­le­ri, üni­ver­si­te öğ­re­tim üye­le­ri, hu­kuk­çu­lar, sa­nat­çı­lar, iş­çi ve me­mur­lar, ev ha­nım­la­rı… bir ha­ber uğ­ru­na ba­zen ha­ya­ti teh­li­ke­le­re gö­ğüs ge­ren ga­ze­te­ci­ler, med­ya men­sup­la­rı…

Öy­le zan­ne­di­yo­rum ki, za­man­la ya­rı­şan bu in­san­lar, ha­ya­tın akı­şı­na ka­pıl­mış gi­der­ken çev­re­si­ni sa­ran teh­li­ke­ler­den ol­duk­ça ha­ber­siz…

Ne­den mi?

Çün­kü, kıs­kanç­lık ve çe­ke­me­mez­lik duy­gu­la­rı­nın be­yin de­ni­zin­de fır­tı­na­lar ko­pa­ra­rak kor­kunç dal­ga­la­ra se­bep ol­du­ğu ve bu­nun bir so­nu­cu ola­rak da göz­ler­den çı­kan ve ade­ta elekt­rik akı­mı­nı an­dı­ran elekt­ro­man­ye­tik ışın­lar, he­de­fi üze­rin­de bü­yük tah­ri­ba­ta ne­den olu­yor.

Be­yin­de­ki dü­şün­ce sis­te­min­den kay­nak­lan­dı­ğı bi­li­nen bu ışın­lar, yal­nız in­san­lar üze­rin­de de­ğil, di­ğer can­lı­lar hat­ta can­sız var­lık­lar üze­rin­de de et­ki­le­ri­ni he­men gös­te­re­bi­li­yor.

Dü­şün­ce­nin ener­ji­ye dö­nü­şü­mün­de iki önem­li kay­nak var­dır.

Bun­lar­dan bi­rin­ci­si, in­sa­nın çev­re­sin­de olup bi­ten­le­ri an­la­ma­sı ve na­sıl dav­ran­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni dü­şün­me­si için ha­re­ket­le­rin ve duy­gu­ların ida­re mer­ke­zi olan “Be­yin”dir.

İkin­ci­si ise, beş du­yu or­ga­nın­dan bi­ri bel­ki de en önem­li­si olan, gün­de bir­kaç bin de­fa açı­lıp ka­pa­nan, bin­ler­ce de­fa ge­ri­li­me ge­çen ve her de­fa­sın­da bey­ne me­saj­lar yol­la­yan kişinin, dünyaya   açılan penceresi, her türlü iyi ve kötü düşüncenin çıkış noktası kabul edilen, “Gözler”dir.

Du­yu or­gan­la­rı­mız ara­cı­lı­ğıy­la al­dı­ğı­mız bü­tün du­yum­lar, bey­ni­mi­ze gi­der. Be­yin ka­bu­ğu­nun çe­şit­li bö­lüm­le­ri, du­yu or­gan­la­rı­mız­dan ge­len et­ki­ler­le meş­gul­dür.

Göz­le­ri­mi­zin ne gör­dü­ğü­nü, bur­nu­mu­zun han­gi ko­ku­yu al­dı­ğı­nı, ku­la­ğı­mı­zın ne­ler duy­du­ğu­nu, di­li­mi­zin ne­ler tat­tı­ğı­nı, de­ri­mi­zin ne­ler his­set­ti­ği­ni hep bey­ni­miz­le an­la­rız.

Bey­ni­mi­zin ça­lış­ma­sın­da­ki en bü­yük sır; sa­yı­la­rı 100 mil­yar ci­va­rın­da olan “Be­yin Hüc­re­le­rî”dir. Bey­ni­miz­de­ki si­nir hüc­re­le­ri, ken­di ara­la­rın­da de­vam­lı te­mas ha­lin­de­dir.

Bir si­nir hüc­re­si­nin “ak­san” de­ni­len uzan­tı­sıy­la, di­ğe­ri­nin “tend­rit” de­ni­len uzan­tı­sı ade­ta ka­fa ka­fa­ya ve­rip ko­nu­şur­lar. Böy­le­ce ener­ji akım­la­rı, gö­re­vi­ni ye­ri­ne ge­ti­rip yo­lu­na de­vam eder.

Kı­sa­ca­sı, bey­ni­miz­de­ki si­nir hüc­re­le­ri, sa­ni­ye­nin mil­yon­da bi­ri ka­dar kı­sa bir sü­re­de bir­bir­le­ri­ne elekt­rik akı­mı ge­çi­rir­ler.

Bey­ni­miz­de­ki si­nir hüc­re­le­ri, arap­sa­çı gi­bi do­la­şık in­ce­cik bağ­lar­la bir­leş­miş­tir. Sa­yı­la­rı mil­yar­lar­la ifa­de edi­len bu bağ­lar, bey­ni­mi­zin pek çok te­mel gö­re­vi­ni sağ­lar. Vü­cu­du­mu­zun zin­de­li­ği­ni ve uy­ku ih­ti­ya­cı­nı dü­zen­ler.

Dü­şün­ce­nin ener­ji­ye dö­nü­şü­mün­de en bü­yük et­ken olan bey­nin, can­lı­lı­ğı­nı sür­dü­re­bil­me­si için, ok­si­je­ne bü­yük ih­ti­ya­cı var­dır. Be­yin, din­len­me ha­lin­dey­ken bi­le pek çok ok­si­jen kul­la­nır.

İn­san bey­ni­nin bü­tün vü­cut ağır­lı­ğı­nın sa­de­ce % 2’si ka­dar ol­du­ğu hal­de, bü­tün vü­cut­ta kul­la­nı­lan ener­ji­nin % 25’i bey­ne gi­der. Nor­mal ko­şul­lar­da, bey­ni­mi­ze bir da­ki­ka­da gi­den ok­si­jen mik­ta­rı 950 cm3 ka­dar­dır.

Bey­nin, çok kı­sa bir za­man için bi­le ol­sa, ok­si­jen­den yok­sun kal­ma­sı; in­sa­nın ken­din­den geç­me­si­ne, bey­nin bü­yük za­rar­la­ra uğ­ra­ma­sı­na ne­den olur.

İş­te bu­nun için­dir ki be­yin, bir atar­da­mar ye­ri­ne dört atar­da­mar ile bes­le­nir. Bu atar­da­mar­la­rın bir ta­ne­si bi­le ge­rek­ti­ğin­de bey­nin bü­tün ih­ti­ya­cı­nı kar­şı­la­ya­bi­le­cek du­rum­da­dır.

Ay­nı şe­kil­de be­yin­de­ki top­lar­da­mar­lar da ih­ti­yaç­tan çok faz­la­dır. Bun­la­rın da bir kıs­mı za­rar gör­se bi­le, ge­ri ka­lan­lar be­yin­de­ki do­la­şı­mı sağ­la­ma­ya ye­ter­li­dir.

Bey­nin ça­lış­ma tem­po­su, elekt­rik sa­ye­sin­de in­ce­len­miş­tir.

Be­yin ka­bu­ğun­da, ade­tâ bü­tün vü­cu­du­mu­zun ha­ri­ta­sı di­ye­bi­le­ce­ği­miz bir şe­kil­len­me var­dır. Vü­cu­du­mu­zun her­han­gi bir ye­ri­ne do­ku­nul­du­ğun­da, bey­ni­mi­zin oray­la il­gi­li nok­ta­sın­da ay­nı an­da bir elekt­rik­len­me mey­da­na ge­lir.

Si­nir tel­le­rin­den elekt­rik gü­cü’­nün ge­çe­bi­le­ce­ği­ni ilk bu­lan, İtal­yan He­kim­ler­den Lu­igi Gal­va­ni’­dir.

Gal­va­ni, kap­lum­ba­ğa­lar üze­rin­de yap­mış ol­du­ğu çe­şit­li de­ne­yim­ler so­nu­cu, bu ka­nı­ya var­mış­tır.

Bu ara­da, elekt­ri­ğin si­nir­le­ri ha­re­ke­te geç­iren mü­kem­mel bir ara­cı ol­du­ğu da or­ta­ya çık­mış­tır.

Ger­çek­ten si­nir sis­te­min­de do­la­şan işa­ret­ler de te­mel­le­ri ba­kı­mın­dan elekt­rik­tir.

Bü­tün vü­cu­du­mu­zu do­la­şan si­nir tel­le­ri­ni te­le­fon hat­la­rı­na ben­ze­te­cek olur­sak; bey­ni­mi­zin de mu­az­zam bir te­le­fon sant­ra­li ol­du­ğu­nu söy­le­ye­bi­li­riz.

Be­yin, vü­cu­du­muz­da bu­lu­nan bü­tün si­nir­le­ri son de­re­ce çap­ra­şık ama ay­nı de­re­ce­de de dü­zen­li bir sis­tem sa­ye­sin­de bir­bi­riy­le te­ma­sa ge­çi­rir.

Be­yin­de bu işi ya­pan bir mil­yo­nu aş­kın ka­nal bu­lun­mak­ta­dır. Bun­la­rın ara­sın­da da on­bin­ler­ce bir­leş­me nok­ta­sı var­dır.

İş­te bu son de­re­ce kar­ma­şık gi­bi gö­rü­nen şe­be­ke­de, in­san ak­lı­nın ala­ma­ya­ca­ğı ka­dar bü­yük bir ha­ber­leş­me, ko­mut alıp ver­me fa­ali­ye­ti de­vam eder gider.

Bey­ne ge­len ha­ber­le­rin cin­si, bu ha­be­ri ta­şı­yan si­nir­le­rin özel­lik­le­ri ile ala­ka­lı­dır.

Ya­pı­lan son de­ney­ler, bey­nin sü­rek­li ola­rak elekt­ro­man­ye­tik dal­ga­lar yay­dı­ğı­nı or­ta­ya çı­kar­mış­tır.

Bey­nin dü­zen­li ara­lık­lar­la et­ra­fı­na yay­dı­ğı bu elekt­ro­man­ye­tik dal­ga­lar, ka­fa­ta­sı­na tut­tu­ru­lan elekt­rot­lar sa­ye­sin­de tes­pit edi­le­bil­miş­tir.

Be­yin dal­ga­la­rı, sa­ni­ye­de 10 de­fa tit­re­şir. Bun­lar, bey­nin göz ile il­gi­li olan ar­ka ke­si­min­de da­ha be­lir­gin­dir. Gö­zün ka­pa­lı ol­du­ğu ve in­sa­nın dü­şün­ce âle­mi­ne dal­dı­ğı bir za­man­da bu dal­ga­lar da­ha da dü­zen­li bir hâ­le gel­mek­te­dir.

Be­yin­den et­ra­fa ya­yı­lan elekt­ro­man­ye­tik dal­ga­lar, in­sa­na ve ya­pı­lan işe gö­re de­ği­şir.

Be­yin din­len­me ha­lin­dey­ken, “al­fa ışın­la­rı”; ça­lış­ma­ya baş­la­dı­ğı za­man da, “be­ta ışın­la­rı” ya­yar.

Bun­la­rın tit­re­şi­mi, sa­ni­ye­de 25 de­fa­dır.

Be­de­ni­mi­zin fonk­si­yon­la­rı­nın oto­ma­tik ola­rak yü­rü­me­si­ni sağ­la­yan “Bi­lin­çal­tı”dır. İs­ter uyu­yor ola­lım, is­ter uya­nık, ira­de dı­şı ha­yat de­vam eder gi­der. Ku­la­ğı­mı­za duy­ma­sı­nı, gö­zü­mü­ze gör­me­si­ni, ağ­zı­mı­za tat­ma­sı­nı, kal­bi­mi­ze at­ma­sı­nı, mi­de­mi­ze ye­mek­le­ri sin­dir­me­si­ni, ka­nı­mı­za da­mar­lar­da do­laş­ma­sı­nı söy­le­mek du­ru­mun­da ol­say­dık ya­şa­mak ne ka­dar zor olur­du de­ğil mi?  Allah, her şe­yi en gü­zel bir şe­kil­de bi­zim için ya­rat­mış­tır.

Dik­kat­li ba­kış­lar, bir ki­şi üze­rin­de yo­ğun­laş­tı­ğın­da mu­ha­tap ko­nu­mun­da olan ki­şi hu­zur­suz olur. Yo­ğun il­gi ve dik­kat, ki­şi­nin ce­sa­re­ti­ni kı­ra­bi­lir. Ki­şi­ye eleş­ti­ri gö­züy­le ba­kıl­ma­sı onun den­ge­si­ni yi­tir­me­si­ne ve sı­nır­la­ma­la­rı­nın far­kı­na var­ma­sı­na ne­den ola­bi­lir. Böy­le­ce kor­ku ve ür­per­me ola­yı mey­da­na ge­lir. Kin, nef­ret, kıs­kanç­lık ve çe­ke­me­mez­lik duy­gu­la­rıy­la do­lu olan ba­kış­la­rın he­de­fi ha­li­ne ge­len ki­şi­de kor­ku ve ür­per­me, yü­zün­de sa­rar­ma, kalp atış­la­rı­nın hız­lan­ma­sı gi­bi be­lir­ti­ler gö­rü­lür.

Kor­ku ve ür­per­ti, ya­pıl­ma­ma­sı ve söy­len­me­me­si ge­re­ken şey­ler yap­tı­rır ve söy­le­tir; ra­hat ve den­ge­li ol­mak ge­re­kir­ken tam ter­si duy­gu­la­rı his­set­ti­rir. Her­kes bu at­mos­fer­den kur­tu­lup gü­ven ve hu­zur­la yo­lu­na de­vam et­mek is­ter. An­cak bu he­men müm­kün ola­bi­lir mi? Çün­kü üze­rin­de yo­ğun­la­şan dü­şün­ce­nin ener­ji­ye dö­nü­şü­mü­nün et­ki­le­ri var­dır.

Gü­nü­müz­de he­men her ev­de, her yer­de ko­nu­şu­lan; in­san­la­rın kor­ku­lu rü­ya­sı ha­li­ne ge­len, can­lı ve can­sız var­lık­la­rı et­ki­si al­tı­na al­dı­ğı­na ina­nı­lan ve ko­run­mak için ba­zı ön­lem­le­re baş­vu­ru­lan bir ko­nu var. O da: Dü­şün­ce­nin Ener­ji­ye Dö­nü­şü­münün kaynağını teşkil eden  “Kem Göz” dür.

Bu ina­nış, çe­şit­li top­lum­lar­da de­ği­şik şe­kil­ler al­mış, mil­yon­lar­ca in­sa­nı ar­ka­sın­dan sü­rük­le­miş ve pek çok tar­tış­ma­la­ra ne­den ol­muş­tur:

“Kö­tü ni­yet­li ve kıs­kanç­lık do­lu bir dü­şün­ce­nin be­yin­de ge­liş­me­si so­nu­cun­da göz­ler ara­cı­lı­ğıy­la in­san­la­ra, hay­van­la­ra fe­la­ket ve has­ta­lık hat­ta ölüm; bit­ki­ler­le can­sız nes­ne­le­rde de tah­ri­bat meydana ge­ti­re­bil­me ola­yı”dır. Kısacası, “NEGATİF ENERJİ”dir.

İn­sa­nın dü­şün­ce sis­te­mi, iyi­ce kon­sant­re ol­ma so­nu­cu elekt­rik akı­mı­na dö­nü­şe­bi­li­yor.

Dü­şün­ce şe­kil­le­ri ko­nu­su, uzak­tan te­sir ve tel­kin ko­nu­su­nun te­me­li­ni oluş­tur­mak­ta­dır.

Bu ol­gu­da, aşı­rı be­ğen­me, kıs­kanç­lık, aşı­rı he­ye­can­lan­ma­ya se­bep olan duy­gu, çe­ke­me­mez­lik, kin ve düş­man­lık gi­bi du­rum­lar söz ko­nu­su ise, ele­man­tal­le­rin de et­ki­siy­le dü­şü­nü­len şey, da­ha da et­ki­li ola­rak he­de­fe bir elekt­rik akı­mı gi­bi ulaş­mış olur.

So­nuç­ta he­de­fi­ne ula­şan bu elekt­rik akı­mı, kem göz (na­zar) adı ve­ri­len re­ali­te­yi gün gi­bi or­ta­ya çı­kar­mış olur.

Bu olay­da aşı­rı dü­şün­me, kon­sant­re ol­ma ve he­de­fi göz hap­si­ne al­ma gi­bi üç önem­li et­ken gö­ze çarp­mak­ta­dır.

Dü­şün­ce form­la­rı, ele­man­tal­ler, Kir­li­an Tek­ni­ği, Psi­ko­ki­ne­zi gü­cü bi­ze kem göz ve olu­şu­mu hak­kın­da ye­ter­li bir fi­kir ver­mek­te­dir.

Sos­yal Bi­lim­ler Aka­de­mi­si’n­den Dr. Sit­kovsky’­nin de­di­ği gi­bi, “bir in­san dü­şün­dü­ğü za­man ener­ji ya­yar (ya­ni dü­şün­ce ener­ji­ye dö­nü­şür). Bu ener­ji, ba­zı in­san­lar­da da­ha da güç­lü­dür. Bu ko­nu, fi­zik­sel ve fiz­yo­lo­jik bir ger­çek­tir.”

Vü­cut­tan ba­zı ener­ji­le­rin ya­yıl­dı­ğı­na ve ba­zı et­ki­le­rin bu­lun­du­ğu­na iliş­kin Pa­ra­psi­ko­lo­jik ka­nıt­lar bu­lun­mak­ta­dır.

Kir­li­an tek­ni­ğiy­le ya­pı­lan in­ce­le­me­ler, vü­cut­ta­ki de­ği­şen bi­yo­kim­ya­sal has­sa­si­yet­le­ri ve yük­sek ilet­me özel­li­ği ile ışıl­da­ma­la­rı gös­ter­mek­te­dir.

Bir­bi­ri­ne düş­man­ca his­ler du­

yan iki ki­şi­nin ay­rı ay­rı çe­ki­len Kir­li­an fo­toğ­raf­la­rın­da göz­lem­le­nen alev­le­rin, “saç tı­ra­şı et­ki­si” adıy­la bi­li­nen nor­mal­den fark­lı bir et­ki gös­ter­dik­le­ri ve ay­rı­ca faz­la öf­ke­len­me­nin ma­vi-be­yaz ko­ro­na­nın içi­ne ka­rı­şa­rak onu ta­ma­men bo­zan bir kır­mı­zı le­ke ala­nı mey­da­na ge­tir­di­ği gö­rül­müş­tür.

Dün­ya­ya ilk kez “Mer­ha­ba!” di­yen ana ku­ca­ğın­da­ki se­vim­li be­be­ğin bir­den­bi­re ha­va­le ge­çir­me­si…

Ar­ka­daş­la­rıy­la park­ta oy­na­yan ipek gi­bi saç­la­rı, cey­lan gi­bi göz­le­riy­le dik­kat­le­ri üze­ri­ne çe­ken bir ço­cu­ğun tö­kez­le­ye­rek düş­me­si…

Sport­men ya­pı­lı fi­zi­ği ve ya­kı­şık­lı­lı­ğıy­la kar­şı­sın­da du­ran bir ba­ya­nın yü­re­ği­ni hop­la­tan de­li­kan­lının aniden mide krampına yakalanması,

Sah­ne alan gü­zel bir ba­yan sa­nat­çı­nın ses­len­dir­di­ği par­ça­lar­dan son­ra aya­ğı­nın bur­kul­ma­sı…

Do­ğum gü­nü par­ti­sin­de da­vet­li­le­rin ağır­lan­ma­sı es­na­sın­da va­zo­nun kı­rıl­ma­sı, fin­can­la­rın düş­me­si, ta­van­da ası­lı du­ran avi­ze­nin kop­ma­sı…

Bir­kaç sa­ni­ye­lik dik­kat­li ba­kış so­nu­cu mey­da­na ge­len baş ağ­rı­la­rı… evet, bütün bu olup bitenler hep te­sa­düf mü­dür? Ha­yır!

Ör­nek­le­ri ço­ğalt­ma­mız müm­kün­dür. Bü­tün bu olum­suz­luk­la­rı te­sa­düf ola­rak de­ğer­len­dir­me­miz müm­kün de­ğil­dir.

Ta­bii ki bun­lar, bir et­ki­nin so­nu­cu mey­da­na ge­len üzü­cü olay­lar­dır.

Din’­de ve pa­ra­psi­ko­lo­ji­de var­lı­ğı ka­bul edi­len, folk­lo­rik araş­tır­ma­la­ra ko­nu olan kem gözün; ba­zı in­san­la­rı elekt­ri­ğe çar­pıl­mış gi­bi et­ki­le­yip man­ye­ti­ze eden, ba­zı­la­rı­nı da mad­dî ve ma­ne­vî za­ra­ra uğ­ra­tan et­ki­le­rin­den na­sıl ko­ru­na­bi­li­riz?

Asur­lu­la­rın, âfet­ler­den ko­run­mak için ko­ru­yu­cu bir kal­kan ola­rak ka­bul et­tik­le­ri re­sim­li pa­ra­la­rı üzer­le­rin­de ta­şı­dık­la­rı gi­bi üze­ri­miz­de ta­şı­mak ve­ya et­ki­le­nen in­san­la­rın üze­rin­de ta­şıt­mak­la mı?

Ro­ma­lı­la­rın yap­tık­la­rı gi­bi ba­zı ca­mid var­lık­la­ra ko­şup on­la­rı şe­kil­len­dir­mek su­re­tiy­le on­lar­dan yar­dım di­le­mek­le mi?

Hı­ris­ti­yan­la­rın kut­sal ka­bul et­tik­le­ri ki­li­se çan­la­rı­nı çal­mak ve­ya eri­miş mum ar­tık­la­rı­nı top­la­yıp mus­ka gi­bi üze­ri­miz­de ta­şı­mak­la mı?

Ca­hi­li­ye dö­ne­mi arap­la­rın, ba­zı alet ve bon­cuk­la­rı bo­yun­la­rın­da ta­şı­dık­la­rı gi­bi bon­cuk vb. şey­le­re ko­ru­yu­cu ni­ye­tiy­le sı­ğın­mak mı?

Ba­zen söy­le­nen bir söz­den, ba­zen de­rin­den bir ba­kış­tan,  ba­zen de iyi ol­ma­yan bir dü­şün­ce­den kay­nak­lan­dı­ğı; in­san­lar, bit­ki­ler ve hay­van­lar üze­rin­de et­ki­li ol­du­ğu bi­li­nen kem göz (na­zar) ün za­rar­la­rın­dan ko­run­mak için dün­ya­nın çe­şit­li ül­ke­le­rin­de uy­gu­la­nan akıl al­maz ko­run­ma yol­la­rın­dan bi­ri­ni ya­pa­rak mı?

Folk­lo­ru­muz­da ve dün­ya folk­lo­run­da ya­şa­yan bir ger­çek ola­rak de­ğer­len­di­ri­len kem gö­zün et­ki­le­rin­den ko­run­mak için elekt­ro-şok te­da­vi­si yap­tı­rıp be­yin hüc­re­le­ri­nin sar­sın­tı ge­çir­me­siy­le bir sü­re de­vam eden sa­kin­leş­me ha­liy­le mi?

Kıs­kanç­lık, çe­ke­me­mez­lik ve kin do­lu ba­kış­lar­dan çı­kan ken­di­si­ni gö­re­me­di­ği­miz ama var­lı­ğı­nı his­set­ti­ği­miz elekt­ro­man­ye­tik ışın­la­ra he­def olan in­sa­nı anor­mal dav­ra­nış­lar se­be­biy­le de­lir­di zan­nıy­la Ruh ve Si­nir Has­ta­lık­la­rı Has­ta­ne­si­ne gö­tü­rüp mü­şa­he­de al­tı­na al­dır­mak­la mı?

Yok­sa inanç sö­mü­rü­sü, is­tis­mar­cı di­ni bil­gi­ler­den yok­sun ol­du­ğu hal­de çev­re­sin­de bi­ri­ken üç-beş şar­la­tan ara­cı­lı­ğıy­la ken­di­ni “şi­fa­cı” di­ye lan­se et­ti­ren ca­hil­le­rin o kı­rı­la­sı el­le­ri­ne tes­lim ede­rek mi’.’

Kin. nef­ret, kıs­kanç­lık ve düş­man­lık do­lu ba­kış­la­ra he­def  olup ­psi­ko­lo­jik yön­den et­ki­le­nen, kor­kan, ür­pe­ren, he­ye­can­la­nıp tit­re­yen bir in­san ne yap­ma­lı­dır? Bu ba­kış­la­ra he­def ol­ma­mak ve­ya et­ki­sin­de kal­ma­mak için ne yap­ma­lı­dır?…

Kor­ku­suz, en­di­şe­siz, ­psi­ko­lo­jik et­ki al­tın­da kal­ma­dan, düşüncenin enerjiye dönüşümünden zarar görmeden, huzur içinde bir ya­şam için kıs­kanç­lık ve çe­ke­me­mez­lik has­ta­lı­ğın­dan mut­la­ka ama mut­la­ka ko­run­ma­mız ge­re­kir.

Gü­nü­müz­de kem göz de bü­yü gi­bi bü­yük bir teh­li­ke ha­li­ne gel­miş­tir halk ara­sın­da. Bu­gün kem göz (na­zar) ko­nu­su pek çok in­sa­nın zih­ni­ni meş­gul et­miş­tir.

Oku­mu­şun­dan ca­hi­li­ne, akıl­lı­sın­dan de­li­si­ne, gen­cin­den ih­ti­ya­rı­na, er­ke­ğin­den ka­dı­nı­na, kü­çü­ğün­den bü­yü­ğü­ne ka­dar yer­yü­zün­de ya­şa­yan pek çok in­san, ken­di­le­ri­ni na­zar en­di­şe­sin­den kur­ta­ra­ma­mış­lar­dır.

Ba­kar­sı­nız bir dok­to­run mu­aye­ne­ha­ne­sin­de, bir avu­ka­tın bü­ro­sun­da, bir me­mu­run ma­sa­sın­da, bir es­na­fın iş­ye­rin­de, bir bak­ka­lın dük­ka­nın­da ma­vi bon­cuk­lu na­zar­lık­lar ası­lı…

Ba­kar­sı­nız kül­tür­lü, ay­dın ge­çi­nen bir in­sa­nın el­bi­se­sin­de ma­vi bon­cuk­lu na­zar­lık ası­lı…

Bir yer­den di­ğer bir ye­re gi­de­bil­mek için bin­di­ği­niz mi­ni­bü­sün, oto­bü­sün, tak­si­nin ön kıs­mın­da iç ay­na­sı­nın yan­la­rın­da, di­rek­si­yon si­mi­di­nin ve­ya rad­yo düğ­me­si­nin üze­rin­de iki ma­vi göz, ma­vi bon­cuk­lar  vs. he­men ya­nı ba­şın­da da bü­yük harf­ler­le şu ifa­de ya­zı­lı:“na­zar et­me ne olur” ifa­de­si­nin yer al­dı­ğı ­plas­tik ve­ya ma­den­den ya­pıl­mış beş par­mak işareti…

Bu­gün için he­nüz la­bo­ra­tu­ar ça­lış­ma­la­rı­na sığ­dı­rı­la­ma­yan fa­kat et­ki­si­nin in­kar edi­le­me­ye­cek ka­dar ak­la ve man­tı­ğa uy­gun ol­du­ğu kem göz (na­zar) inan­cı, ar­tık şüp­he gö­tür­mez bir ger­çek­tir ve bü­yük bu teh­li­ke­dir.

Tıp dün­ya­sın­da bu tür olay­la­rın he­nüz bel­li baş­lı bir te­da­vi me­to­du ol­ma­dı­ğı için hal­kın ço­ğu na­za­rın et­ki­sin­den ko­ru­na­bil­mek için bir ta­kım ba­tıl ve hu­ra­fe şey­le­re “ted­bir” di­ye sa­rıl­mak­ta­dır. Bun­lar, in­sa­nı kem gö­zün (na­za­rın) et­ki­le­rin­den ko­ru­ya­ma­ya­ca­ğı gi­bi saf ve te­miz inan­cı­na da göl­ge dü­şür­mek­te­dir

Ön­ce çev­re­mi­zi sa­ran, bu­gü­ne ka­dar de­ği­şik isim­ler al­tın­da adını duy­du­ğu­muz ama önem ver­me­di­ği­miz teh­li­ke­le­rin se­bep ve so­nuç­la­rı­nı çok iyi tes­pit et­me­miz ve  düşüncenin enerjiye dönüşümü olan kem gözün etkilerinden ko­run­ma yol­la­rı­nı iyi öğrenmemiz gerekir. (Detaylı bilgi için bakınız: Düşüncenin Enerjiye Dönüşümü- Dr. Bayram Altan- 2011-Ankara 2. Baskı, ISBN: 978-603-60833-1-0)

Previous MUTLU OLMAK İSTİYORSAN…

Leave Your Comment