AYNI HEYECANI YAŞIYORUM!

Bundan yıllar önce, bir gazetenin mütevazı köşesinde başlayan yazarlık mesleğim; zamanla sıcak bir meltem rüzgarı  gibi bütün ruhumu sarmaya başladı.

Durmak bilmeyen zaman; büyük bir hızla akıp giderken, bir yandan devam eden tahsil hayatım, diğer yandan  da okuyucularıma güncel konuları kendi kalemimden sunabilmek için yaptığım  inceleme ve araştırmalarım, ister istemez normal mesaimi bazı günler iki, hatta üç katına çıkarıyordu.

Vaktiyle hemen her gece geç saatlere kadar devam eden, bazen de sabah ezanıyla noktalanan çalışmalarımı, okuyucularımın istifadesine sunmak için kalıcı birer kitap haline getirdim. Bu amacıma büyük ölçüde ulaştığımı sanıyorum. Zira, bugüne kadar imzamı taşıyan kitaplarımın sayısının yaşımı geçtiğini görünce son derece manevi haz aldığımı ve çok mutlu olduğumu itiraf etmek istiyorum.

Zaman bir sel gibi akıp gidiyor!…

Her geçen gün, ömür takvimimizden bir yaprak kendiliğinden düşüveriyor.

Bazen yıllar sonra geleceğini sandığımız işlerin, birden bire karşımıza dikilivermeleri bizi bir hayli heyecanlandırıyor.

Bu ani gelişin etkisiyle bir köşeye çekiliyor ve başımızı ellerimizin arasına alarak derin derin düşünüyoruz:

– Zaman ne çabuk geçiyor!…

Daha dün denecek yakın bir zamana kadar babamız-annemiz elimizden tutarak bizi çocuk bahçesine, parklara, kırlara götürürdü.

Yeni kıyafetler, okul kitapları, hediyeler alır, bizi sevindirirdi.

Yakın tarihe kadar okul kıyafetlerimizi giydikten sonra beslenmemizi ve çantamızı elimize alıp şarkılar söyleyerek giderdik okulumuza.

Kırlara çıkar, körebe oynar, papatya toplardık…

Geçen  günler, adeta bir sinema filmi gibi geçer gözlerimizin önünden….

Bütün bunları düşündükten ve şimdiki durumumuza bir göz attıktan sonra ,”Zaman ne çabuk geçiyor?” demekten alamayız kendimizi.

İşte bunun için, “Her gelecek yakındır!”  sözünü kesinlikle unutmamalıyız. Çünkü çok uzaklarda sandığımız günler karanlıkları yırtarak, zaman tünelini yıldırım hızıyla geçip bize doğru geliyor…

Çoğu insan, “Zaman”  adı verilen bu nimetin kıymetini bilmediği için geçen günlerine,” Aaaah, Vaaah!” ederek üzülüp duruyor.

Geçen günler geri gelir mi hiç? İmkansız!

Güneşin batışıyla kaybolan o gün, artık bir daha geri dönmeyecek şekilde bize ve bütün dünyaya veda ediyor, ömür takvimimizden bir yaprak kopararak geçip gidiyor…

Akşam karanlığı çökerken batıda  dağları aşıp ufukları kızıla boyayarak batan güneşe, ” Dur!” diyebilir misiniz? Deseniz bile sesinizi duyurabilir, onu durdurabilir misiniz? Asla mümkün değil.

O, İlahi emre boyun eğmiş, kendisine verilen görevi yerine getirmekle meşgul. Semazenler gibi sağdan sola doğru dönüyor ve bir menzile doğru hızla akıp gidiyor…

Yalnız güneş mi? Tabi ki hayır!

Görebildiğimiz ve göremediğimiz bütün varlıklar, yaratılış gayelerine uygun olarak hareket ediyor.

Büyük bir hızla akıp giden zaman, insan ömrünü her geçen gün biraz daha kısaltıyor.

Zamanın bir kısmını kazanç teminine, bir kısmını uykuya ayıran insan, geri kalan boş zamanını nasıl değerlendireceğini ne yazık ki bilemiyor.

Boş zamanlarını faydalı hizmetlerle değerlendirenler hariç, insanların büyük bir kısmı bu nimetiin kıymetini bilemiyor.

Bugün kıraathanelerin (Kahvehanelerin) gözleri yaşartan, görüş ufkunu daraltan, sağlıklı düşünmeyi engelleyen ve insanı kapkaranlık dünyalara iten sigara dumanları ile kirlenmiş o boğucu havasını uzun uzun teneffüs edenleri mi dersiniz?…

Park, bahçe ve dinlenme tesislerinde eğlenmek(!) ten başka bir şey düşünmeyenleri mi dersiniz?…

Köşebaşlarında , kalplerine sayısız şehvet okları saplandığı için adeta robotlaşmış gibi duran hilkat garibelerini mi dersiniz?…

Ve daha isimlerini sayamadığım kalpleri binbir çeşit izdırapla dolu, gözleri maddeden  başka bir şey görmeyen zavallıları mı dersiniz?…

Evet, aradan yıllar geçtikten sonra, ömrünün geride kalan günlerine bakıp duran bu insanların ” eyvaaah!” sesleri kulakları çınlatıyor…

Bunları bilip de zamanı boşa geçirmek mümkün müdür? Akl-ı selim sahipleri için kesinlikle mümkün değildir.

Bu düşüncelerle az da olsa kalan boş zamanımı kendime, aileme, çocuklarıma,çevreme ve ülkemin insanlarına faydalı hizmetlerle değerlendirirken, yüksek tirajlı, kaliteli olduğuna inandığım bir dergiden gelen dost davetine, hayır, diyemedim.

Bugün, 70’li yılların başında başlayan yazarlık mesleğimin ilk gününde yaşadığım sevinç ve heyecanı bugün aynı  sıcaklığıyla yaşıyorum.

Previous HANGİ KONUMDA OLMAK İSTERSİNİZ?

Leave Your Comment